Bugünlerde Isıran Sivrisinekler Neden Farklı?
Son zamanlarda sizi bir şeyin sürekli ısırdığını, ama bir türlü göremediğinizi, ısırılan yerlerin kabardığını, morardığını hatta yara olduğunu görüyorsanız sizi yeni istilacı sivri sinek çeşidi olan Asya kaplan ve Sarıhumma sivrisineği ile tanıştıralım.
Daha önce ülkemizde görülmeyen bu iki tür sivrisinek asıl alanlarından diğer bölgelere yayılabilen sivrisinek türleri olup bu türlerden Asya kaplan sivrisineği en önemli 100 istilacı canlı türü içerisinde üst sırlarda yer alan türlerden biridir. Özellikleri açısından Antarktika ve Kuzey Kutup dairesi hariç her bölgede bulunabilecek biyotik potansiyele sahip olan Asya kaplan sivrisineği aslında Güneydoğu Asya kökenlidir.
Doğal alanlarında zoofilik (hayvanlardan kan emen) özellik sergileyen orman türü olup günün her saatinde aktif olarak kan emme özelliği sergileyen agresif bir türdür. Türün yayılmasının zoofilik davranışından antropofilik (insanda kan emen) davranış sergilemeye kayması ve her türlü çevreyi yumurtlamak için kullanmaya başlaması etkili oldu (Scott ve ark. 2000; Powell ve Tabachnic 2013). İnsan popülasyonunun aşırı hareketliliği ve ticaret hacminin artması ise kendi kendine yayılması yavaş olan bu türün hızla yayılmasına aracılık etti ve etmeye devam ediyor.
Nereden geliyorlar?

Aynı durum sarıhumma sivrisineği için de geçerli ve bu tür de Afrika ormanlarından dünyanın pek çok alanına yayılmış durumda. Bu iki tür birbirine çok benziyor fakat ayırt etmesi oldukça kolay. Asya kaplan sivrisineği scutum (baş kısmının gerisinde göğüs bölgesinin üst kısmı) bölgesinde düz çizgiden kolaylıkla ayırt edilebilir (Şekil 1). Sarı humma sivrisineğinin (Aedes aegypti) ise aynı bölgede ortada iki hat halinde ince beyaz çizgisi ve bu orta çizginin yanlarında yer alan iki kavisli beyaz çizgisi var (Şekil 2)

Türkiye’de ilk görülme
Bu iki türün 2011 yılında ülkemizde Edirne’de, 2015 yılında Artvin, Rize ve Trabzon illerinde ise yerleşik popülasyonların varlığı tespit edildi (Akiner ve ark. 2016). 2016 yılından itibaren sürdürülen çalışmalarda türün Karadeniz sahil boyunca yayılmaya başladığı ve Giresun ilimizde dâhil yerleşik hale geldiği gözlendi. Diğer taraftan ise Bulgar sınırında yer alan İğneada, İstanbul’un hem Avrupa hem Anadolu yakası ve Adalar ile Kocaeli ilinin genelinde yayılış gösterdiği ve halkı ciddi anlamda rahatsız ettiği belirlendi.
Aşırı agresif davranış sergilemesi nedeniyle ev dışı alanlarda hane halklarını günün tümünde dinlenme veya aktivite esnasında rahatsız ettiği belirtiliyor. Özellikle 2017 ve 2018 yıllarında Kocaeli ilimizde gazetelere haberlerine kadar yansıyan bu durum olayın ciddiyetini daha da ortaya koyuyor. Kan emme sonrası aşırı alerjik reaksiyonlar oluşturduğu ve oluşan bu reaksiyonlar sonunda bireylerin bu bölgeleri kaşıması sonucunda gelişen yaraların uzun süre iyileşmediği de gazete haberlerine yansıyor.
Sarıhumma sivrisineği olarak bilinen ve Zika virüsünün ana taşıyıcısı olan Aedes aegyptitürü ise ülkemizde ilk olarak 2015 yılında tespit edildi (Akıner ve ark. 2016). Türün Doğu Karadeniz bölgesinde Artvin, Rize ve Trabzon illerinde yayılım gösterdiği gözlemlendi. O tarihten günümüze kadar yapılan araştırmalarda bu illerde yerleşik popülasyonlar oluşturduğu belirlendi ancak yayılım olarak bu üç il ile sınırlı kaldı. Bu üç ilde gözlemler türün Kaplan sivrisineğinin aksine ev içi ya da kapalı alanlarda kan emme aktivitesi gösterdiği gözlemlendi ve Kaplan sivrisineği kadar agresif bir davranış biçiminde olmadığı tespit edildi.
Hangi hastalıkları taşıyorlar?
Her iki tür de ülkemiz için ciddi tehdit unsuru olup Sarı humma, Deng, Zika, Chikungunya, Batı Nil ensefaliti gibi ölümlere ve ciddi kalıcı hasarlara neden olabilecek hastalıkların taşınmasından sorumlu. Turizm potansiyeli yüksek olan ülkemize her bölgeden turist geldiği düşünüldüğünde anılan hastalıkların endemik olduğu bölgelerden gelen turistler riski artırıyor. Ayrıca Aedes aegypti’nin gözlendiği Doğu Karadeniz bölgesinde turist profili daha çok Arap ülkelerinden ve bu ülkeler deng ve sarıhumma gözlenen alanlar. Bu durum riski daha da artıran etmenlerin arasında sayılabilir. Her ne kadar ülkemizde anılan bu hastalıklardan sadece Batı Nil Ensefaliti yerli vaka olarak gözlense de diğer hastalıkların gözlenmeyeceği anlamına gelmiyor. Son haftalarda İstanbul’da gözlenen Batı Nil Ensefaliti vakaları da bu durumun ciddiyetini bir kez daha ortaya koyuyor.
Nasıl mücadele ediliyor?
Tübitak projesi kapsamında yapılan çalışmalar ve mücadele çalışmaları sonucunda elde edilen veriler Asya Kaplan sivrisineğinin bu yayılma hızı ile çok kısa sürede tüm ülkeye yayılacağını ve bazı alanlara ciddi popülasyon yoğunluğuna ulaşacaklarını gösteriyor. İnsektisit direnç durumları incelendiğinde ise ülkemizde kullanılan pyrethroid grubu insektisitlerin mücadelede etkin olduğu belirlendi. Şu ana kadar yapılan arazi ve laboratuvar gözlemleri Asya Kaplan sivrisineğinin ülkemizde Doğu Karadeniz hattında Ordu ilimize kadar, Batı Karadeniz ve Marmara’da Bulgaristan sınırından Sakarya hattına kadar Ege bölgesinde ise Aliağa limanı etrafında yayıldığını gösteriyor. Bu yayılım biçiminde etkili faktörün ülkemizin iklim yapısı ile yurtdışı ile ilgili ticaretin yoğun olduğu sınır kapıları, liman ve havalimanları gibi alanlar olduğunu ve bu alanlardan iç bölgelere hızla yayılmaya başladığını görüyoruz. Özellikle bu alanlarda yer alan yapay su dolu kaplar ve yarı yapay alanlar bu türün üreme için yumurta bıraktığı alanlar olarak göze çarpıyor.
Ne yapabiliriz?
Bu iki türle ilgili bireysel mücadele çalışması zor olsa da alınacak küçük önlemlerle yaşanılan alanı üreme alanı olarak kullanmalarını engellemek popülasyon seviyesini düşürme anlamında etkili olabilir. Bu açıdan kendi ev, bahçe gibi alanlarımızda larva gelişim alanı olabilecek kapların kaldırılması, içi su dolu kapların uzun süre bekletilmemesi, pencerelere sineklik kullanımın yaygınlaşması hane halkını koruma anlamında yeterli destek sağlayacaktır. Ayrıca sinek kovucu (repellent) olarak bilinen ve ticari olarak satılan ürünlerin dışarıda oturulacak ise kullanılması bireysel anlamda kendimizi ve etrafımızdakileri koruma anlamında ve vektör türle insan temasını kesme bağlamında önemli.
Anılan her iki tür de pek çok hastalığın taşıyıcısı vektör türler olması hasebiyle önemli. Bunlar ülkemize giriş yaptıkları anda tespit edildi ve türlerle ilgili çalışmalar devam ediyor. Bu anlamda vatandaşlarımızın hem bireysel çabalarıyla hem de belediyeler eliyle popülasyon seviyeleri düşürülerek rahatsızlık ve risk seviyesi kontrol altına alınabilir.
Kaynak: Sarkac.org Mustafa Akıner
Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Biyoloji Bölümü öğretim üyesi.

