Biliyor musunuz?

Patatesin Maceraları

Patates, ilk olarak Amerika Kıtası topraklarinda yaratıldı. İnkalar ona biraz fazla önem veriyorlardı. Onlara göre lezzetli patates, aynı zamanda kutsal bir şeydi de.

“Kaşif” adı verilen İspanyol yağmacılar, Güney Amerika’daki bugünkü adı Peru olan ülkeyi işgal ettiklerinde, İnka hazineleriyle, yerli halkın çok sevip saydığı patatesi de keşfediverdiler. İstilacıların başındaki zalim Pizzaro, yanına bir kaç çuval patates alarak, ülkesine döndüğünde sene 1535 idi. Pizzarro, beraberinde getirdiği sandıklar dolusu çalıntı altınla birlikte patates çuvallarını da İspanyol kralının önüne seriverdi. Ancak, kral:

Francisco Pizarro

“Bu altınları anladık da Pizzaro! Şu yamru yumru şeyler de ne? Ta Amerika’lardan getire getire bunları mı getirdin kralına!” diye Pizzarro’ya çıkıştı.

Böylece patates, Avrupaya ilk ayak bastığında pek kötü bir muamele görmüş oldu.

Bu tarihten bir elli yıl sonra, bu sefer de Sir Walter adında bir İngiliz istilacısı Amerika’dan çuval çuval patates yüklenip, ülkesine getirdi. İspanyolların ettiği nankörlüğü, İngilizler yapmadı. Zaten karnını güç bela doyuran halk, bu mübarek patatese pek ciddi alâka gösterdi ve sevdi. Bundan sonraki zamanlarda, Almanya, Fransa, Rusya gibi ülkeler, patatese ilgi ve alâka gösterip, ekilmesine ön ayak oldular. Fakat, İngilizlerin aksine kendileri için değil de, hayvanlar için. Çünkü patates, bu ülkelerde uzunca bir süre hayvan yemi muamelesi gördü. Sadece fakir köylüler, arada bir elde avuçta pişirecek bir şey kalmayınca, “Bari patates haşlayalım” diyorlardı. Zaman içinde patatese “Fukara ekmeği” adı bile verildi. Ama onun zengin fakir bütün sofralarda baş tacı edileceği günler, çok uzakta değildi.

Fransa’da Patates İhtilali

Patatesin dünyaca meşhur Fransız mutfağın, girmesi oldukça zor oldu. 1616 yılında zamanın kralının sofrasına konan patates, aslında en fakir köylülerin bile ellerinin altında bulunuyordu.

İlk zamanlar, halk arasında bu gariban bitkinin, uğursuz ve zehirli olduğuna dair tuhaf bir söylenti çıkıverdi. Zavallı patatese atılan bu haksız iftiranın onun üzerinden temizlenmesi ise çok zaman aldı. Üstelik, halkın büyük bir çoğunluğu karnını zor doyururken; patatese karşı sürdürülen bu haksız inat, anlaşılır gibi değildi.

Fransız subay ve kimyacı Antoine-Augustin Parmentier, adındaki gayretli bir patates sever, bu işe bir son vermenin vaktinin çoktan geldiğinin farkındaydı. Oturdu ve patates hakkında krala uzun bir mektup yazdı. Mektubunda özetle şunları söylüyordu:

“Patates aslında bir tür ekmektir. Ama ne değirmenciye, ne de fırıncıya ihtiyaç bırakmayan bir bir ekmektir. Onu alın, suda haşlayın yada közde pişirin yeter! Memleketimizde patates arazi çoktur. Şu sıralar halkı kırıp geçiren açlıktan kurtulmamızın tek çaresi patatese sahip çıkmaktır!”

Parmentier’in bu fikirleri kralın çok hoşununa, gitti. Çünkü halkın karnını ucuz yoldan doyurmanın bir yolunu bulmak, en büyük derdi idi.

Ekmek yoksa, patates yesinlerdi!

Ancak halkın patatesi sevmesi için biraz daha çaba gerekiyordu.

Kral, millî bayramlarda eline patates çiçeklerinden bir buket alıyor ve onu halkın gözüne gözüne sokuyordu. Paris’in yapma çiçekçileri, patates çiçeklerinden süsler hazırlıyordu. Her yerde bir patates çiçeği rüzgârı esmeye başladı. Zenginler, özel bahçelerine patates ekerek, kralin gözüne girmeye çalışıyorlardı.

Ancak, üst tabakanın patatese karşı gösterdiği bu ilgi, aşağılara yansımadı. Kral tarafından emir ile ekilen patatesler, halk tarafından hayvanlara yedirildi ve çöplere atıldı. Halk, patatesi ısrarla red ediyordu.

Parmentier, bu işin böyle olmayacağını anlayınca kolları sıvadı. Paris civarında bir tarla satın alarak patates ekti. Ancak ektiği patatesleri kimse satın almadı. Halk, domuzların bile nazlanarak yediği bu patatesi bir türlü istemiyordu. Ancak Parmentier, kolay vazgeçecek bir adam değildi. Satın aldığı arazisine tekrar patates ekti. Bu kez tarlanın etrafını tellerle çevirdi. Bu da yetmezmiş gibi; silahlı külahlı nöbetçiler tuttu ve her tarafa onlardan dikti. Bu adamlar gündüzleri tarlada kuş uçurtmuyorlardı. Yanlışlıkla çitten içeriye girenler cezalandırılıyor; kimse tarlanın civarına yaklaştırılmıyordu.

Halk, bu “yasak meyveye” karşı birden bire ilgi duyar oldu. Geceleri gizlice tarlaya girip, patates çalmaya başladılar. Parmentier, nöbetçilere emir vermişti. Gece tarlaya girenlere kimse dokunmadı. Gariban köylüler, yata sürüne tarlaya giriyor, sonra da kucaklarında patateslerle sevine sevine evlerine koşuyorlardı. Elbette bunca zorlukla elde edilen patatesler, çöpe atılacak yahut ineklere yedirilecek değildi. Pişirildi ve sofranın baş köşesine kondu. Parmentier’in kurnaz plânı bu sefer işe yaradı. Halk patatesi böylece tanıyıp sevmeye başladı.

İşte bundan sonra patates, bütün bir Avrupa’da yaygınlaşmaya başladı. Ve Avrupalı istilacıların acımasızca soylarını tükettiği Amerikan yerlilerinin ‘kutsal patatesi, çok büyük kıtlık zamanlarında Avrupalıların imdadına yetişen bir nimet oldu.

Patateste ne var ne yok?

Patates mütevazi bir sebzedir. Bir kere toprak altında sessiz sedasız büyümesiyle, mütevaziliği ortadadır. Bütün zamanların en ucuz yiyeceği olması açısında da mütevazidir. Sadece görünüşüne bakanları aldatır patates. Çünkü hiç de alımlı bir hali yoktur. Ne mor patlıcan gibi kendinden emin bir duruşu vardır, ne kabarip lahanalar gibi şişinir. Kendisi gibi toprağın altında yetişen havuç kadar çarpıcı bir rengi de yoktur gariban patatesin.

Bugün dünyada milyarlarca insan, karnını patatesle doyurur. Patates, kıtlık ve açlık zamanlarının vazgeçilmez yiyeceğidir.

Bu ucuz, kolay yetişen nimetin faydaları da çoktur. Sadece karın doyurmaktan öteye, insan vücuduna hatırı sayılır oranda yararlıdır. Önemli bir nişasta kaynağı olan patates, aynı zamanda yüksek miktarda protein içerir. Üstelik patatesteki proteinin içerdiği aminoasitler, beslenme açısından son derece önemlidir. Bu aminoasitlerin neredeyse tamamı, bebek mamalarında kullanılır ve ilaç sanayiinin vazgeçilmezlerindendir. Patatesteki proteinin %71’inden faydalanılabilir.

Patates C vitamini açısından da zengin bir kaynaktır. Ayrıca, Karbonhidrat, B vitamini, Kalsiyum, Demir, Potasyum ve Bakır bakımdan da zengindir.

%20’si Karbonhidrat olan patates reklamdaki teyzenin tavsiye ettiği gibi yağda kızartılmış cips olarak yemediğiniz sürece kolestrol içermez. Son olarak 100 gr. patateste 40 kalori vardır. Püfff!

Gelelim patatesin faydalarına;

Böyle zengin bir gıda deposu olarak yaratılan patatesin acaba sağlığımıza ne gibi faydaları vardır? Şimdi ona bir bakalım:

Yüksek tansiyona, kalp krizine, damar tıkanıklığına iyi gelir. Şeker hastalarında oluşan görme bozukluklarına da iyi gelir.

Böbrek sorunlarında yardımcı olur. Sağlıklı kilo verdirtir. Astım, eklem romatizması ve alerji tedavisinde yardımcı olur. Kansere karşı etkilidir. Yorgunluğu giderir. Damarlara esneklik verir, dolaşımı rahatlatır. Ağızdaki mikropları öldürür.

Kızartma yerine közde pişirilen; üzerine tuz ekelemek yerine limon sıkılarak yenilen iki patates, sağlıklı bir öğle yemeğidir.

Gördüğünüz gibi patatesin küçümsenecek bir yanı yoktur. Onu mütevazi yaratılışına bakıp, hakir görmeyin. Allah’ın bütün nimetleri gibi, patates de, altından daha değerlidir.

Kaynak : Şu Acayip Bitkiler – Tarık Uslu

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error

Yazıyı beğendiyseniz sosyal medyada paylaşabilirsiniz.